Quantcast
Channel: Ruhsuz Atmaca
Viewing all 431 articles
Browse latest View live

Teşekkür: "Konu ve Konuk Olduğum Bloglar..."-10

$
0
0

Web Günlüğün'e üçüncü kez konuk oluyorum. Ruhsuz Atmaca'yı açtığımda, tanıştığım ilk bloglar arasındadır. Her geçen gün dahada geliştiğini ilerlediğini düşünüyorum. Umarım yazım, Web Gülüğü okurlarına layık bir yazı olmuştur. Kendisine bana blogunda yer açtığı için teşekkürü borç bilirim...
Yazıya aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:

Yazı= Başta Neydi, Şimdi Ne Oldu! : http://tinlamazmodunda.blogspot.com/2013/02/basta-neydi-simdi-ne-oldu.html








Bir İnanç Komedisi...

$
0
0
Mayaların kıyamet kopacağına inandıkları kehanet tarihi 21 Aralık 2012'di. Bu tarih herkesi bir takım ikilemlere düşürerek, "Acaba!" diye düşündürdü. Hatta bazı arkadaşları: "Kıyamet kopacak, ben bu dünyada görevlerimi tamamlamadım, param var o zaman ölemem" deyip güzel bir isme sahip olan ülkemizdeki bir köye yerleştiler.(Tabi bir takım maddi imkanlar harcayarak.)

Kıyamet kopmasa da bu güzide köyümüzün turizm açısından adının duyulması, bir süre olsa da gündemde kalması, bu olayın iyi yönlerinden biri. Fakat yarın bir gün insanlara "... Köyü" dediğiniz zaman, alacağınız cevap, "Kıyamet köy mü?" olabilir. Fakat bu durum sonucunda ismin önüne gelen takıyla birlikte fantastik ve korkutucu bir o kadarda havalı bir köy isimi olduğunu söyleyebiliriz. Kıyamet kopmadığı için Mayalar'ın bir takım matematiksel hesaplamalarının yanlış olduğu ortaya çıktı. Zaten kabilenin ismine baktığımızda  "Maya" olması bizim için bu kabile üzerinde olaşacak ön yargı herhalde "Mayalar= Ya Tutarsa Kabilesi" olması kaçınılmaz bir gerçektir.

Kıyamet kehanetinin tutmaması ile bu fikri ortaya atan kabile elemanlarının kemikleri sızlar oldu. Hatta onlara karşı çıkan: "Bakın böyle bir şey olmaz, yarın bir gün torunlarımız bize güler. Kıyameti kim koparmış ki biz bilelim, hem kıyamet nasıl bir şey..." diyen muhalif elemanlarda herhalde takvim tutmayınca: " Mayalar mayalar, takvim tutmadı bu aralar! " demişlerdir kendilerine.

Daha yeni "bir gün sendromun"u atlatan insanlarımız şimdi "yeni bir gün sendromu" yani "Sevgililer Günü sendromun"a girdiler. 14 Şubat hazırlıklarına aylar öncesinden kendisini hazırlamaya başlayan özellikler genç kardeşlerimiz, birikmişlerini güzel bir hediyeye yatırmaya karar verdiler. Bazıları ise meteliksizlikleri yüzünden Mayaların takviminin yanlış hesaplandığını aslında kıyametin bugün kopcağı ümidi ile gönüllerini ferah tutmaya çalışıyorlar. Bilim adamları da herhalde 14 Şubat Günü kıyametten etkilenmeyecek, bir köy ismini yakında açıklarlar.

Gerçekçi olmak gerekirse, Sevgililer Günü diye bir günün ilan edilmesi ve böyle bir güne inanılması gerçek anlamada insanların, belirli duyguların başta aşk olmak üzere ne kadar aciz durumda olduğunu gösterir. Ayrıca oldum olası bu güne karşı söylenen: "Ne sevgililer günü, sevgililer günü bir gün değildir, her gündür" söylemi de, bana hep antipatik gelmiştir. Ama bir takım olayları bir güne sıkıştırmak ya da bir günle ifade etmek ne kadar gereksiz ve boş inanç olduğu ise aşikar. Gün deyince o gün belediye otobüsleri de sevgililere ücretsiz olabilir, yalnız otobüse damsız binip:"Abi benim sevgilim var, ben evliyim, bak bu da evlilik cüzdanı" derseniz yemezler...

Teşekkür: "Konu ve Konuk Olduğum Bloglar..."-11

$
0
0
Blog dünyasına girdiğimden beri belkide ilk ve tek diyebileceğim bilgi kaynağım olan "BlogHocam" a dördüncü  kez konuk oldum. Daha öncede sosyal medya, blog hayatı üzerine üç makale yazmıştım. Blog Hocam'daki bu yazımı keyif alarak okuyacağınızı düşünüyorum. İnşallah BlogHocam'ın okurlarına layık bir yazı olmuştur. Kendisine bana blogunda yer açtığı için teşekkürü borç bilirim...

Yazıya aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:

Yazı= Blog Sorumluluğu : http://bloghocam.blogspot.com/2013/02/blog-sorumlulugu.html




Blog Hocam - Daha İyi Bloglar İçin

Kısa Dipnot-17: Takvimler

$
0
0
Günler geçiyor, takvimden her gün bir yaprak daha kendisini koparılmış bir şekilde, yalnızlığa itilmiş buluyor. Takvimde asılı iken değeri olan o kağıt parçası, o günün sonunda değerini yitirerek, bir paçavra haline dönüşüyor. Yaşamak, ömür tüketmek takvimlerle eşdeğer bir olgudur. Yaşadığımız dönem içersin de eskittiğimiz, sayfasını kopardığımız, hadi arada da merak edip arkasını okuduğumuz o takvim yaprakları. Onlar bizim can yoldaşlarımız oldu bu hayatta.

Teknoloji gelişti, takvimler yok oldu, diye başlamak isterdim cümleye ama bu yazıda bunu belirtme gibi bir ihtiyaç duymadım esasen. Sabahleyin baktığımız o takvim yaprağını, akşam olunca, "ah ulan bir gün daha bitti!" diyerek koparırdık ya da hala koparıyoruz. Her kopardığımız bir yaprak bizi bir gün daha yaşlandırıyor, bir gün daha olgunlaştırıyor. Bir nevi takvimlerle büyüyoruz, onlar yapraklarını kaybediyor, onlar kaybettikçe de biz büyüyoruz.

Bazen o takvim o günün takvim yaprağından ayrılmak zor olurdu. Elimiz gitmezdi, bir türlü koparamazdık o yaprağı. O gün hayatımızda, yaşam belirtisi anlamında bir şeyler olmuştur çünkü. Bazen de unuturduk günleri, zaman o kadar hızlı geçmişti ki biz, o zamanda esir olup, asimile olmuşuzdur. Belki bir hafta, belki iki hafta takvime uğramayız, ama gün gelir uğrama ihtiyacı duyarız. Mazeretimiz vardır ve o mazeretle karşısına geçeriz.

Bir de bakarız ki zaman geçmiş, bir de bakarız iki  hafta daha yaşlanmışız, belki de üç, belki de bir ay. Takvim ama hala o bıraktığımız gündedir. Ve onu hemen ileri bulunduğumuz güne alırız. Takvimle yaşamak, ya da başka bir deyişle takvimle yaşlanmak çok güzel bir şey, insana zamanın geçtiğini, zamanın değiştiğini en iyi anlatan bir araçtır. Çoğu kez zaman isyanımız da bize yoldaş olan, okumayı sevenler içinde kısa kısa günlük bilgilerle pratiklerimizi arttıran önemli bir yoldaş. Bu anlamda takvimlerin önemini ve dostluğunu, bazen de acımasızlığını (zamansal olarak) iyi anlamak ve onlarla yaşamanın keyfini çıkarmak çok önemli bir unsurdur.

Kısa Dipnot-18: Tüketim Toplumu

$
0
0
Gelişen insanlık, gelişen toplum hayatı ve üretmeyen tüketen insan nesliyle birlikte, insanlığımız da değişme, ve kendi bünyesinde erozyona uğrar oldu. Geçmişte üretmek için araştırma yapan ve bunun paralelinde zevkleri farklı olan insan topluluğu vardır. Yardımlaşmayı bilen, sevgiyi bilen, az da olsa karşısındaki ile empati kurabilen insanlarımız vardır.
Üretmek o zaman bir görev değildi ya da bir icraat olarak görülmüyordu. Fakat o günlerde yapılan üretimin sonucunda günümüzde üretimin, tüketim tekeline dönüşmüş bir insan topluluğunu görüyoruz. Geçmişiyle yetinen, geleceğe miras bırakmayan, birbirine benzer, kopya insanlar topluluğu.

Üretmeyen insan sonuç olarak, eylemlerinin de farklılaşmasına, değişmesine dönüştü. Önceleri kitap okuma çok sık yapılan bir eylem iken, şimdilerde zorla hani sopa zorluyla derler ya o duruma dönüştü. Yani geçmişin mutluluğu, geleceğin nefreti oldu. Geçmişin zevkleri, geleceğin istenmeyenleri oldu.

Burada en önemli unsur, insan gelişirken, fiziksel olarak kat edilen yol ile zihinsel olarak kat edilen yol arasındaki ayrıma bakmak gerekir. İnsan fiziksel olarak, modernize oldu, yapısı oturdu, bakımlı oldu, dışarıdan bir takım yardımlar alarak, kendisini kıymetlendirdi, değerli bir yapı haline getirdi. Fakat bu olaylar olurken, zihinsel olarakta hep geriledi. Çünkü saydığım bu olaylar olurken, insanın zihinsel eğitimi hiç yapılmadı. Aklının odalarını yapılandırması gerekirken, o keyfi ihtiyaçların peşine düştü. Görünen değeri, görünmeyenden üstün geldi. Ve rahatı kolayı bir halt zannetti.

Sonuç olarak, insanlığın gelişimine baktığımızda el de hazır malzemeler yokken insan daha üretkendi. Çünkü onu tembelliğe sevk edecek hiçbir şey yoktu. Bir şeyler yapabilmesi için o yatağından kalkıp, günlerce uyumaması gerekiyordu. Hatalar yapıp, hatlarından ders alması ve onları tekrarlamaması gerekiyordu. Geçmişte böyle bir avantaj vardı. İmkanlar kısıtlıydı. Danışılabilecek insan sayısı da azdı. Bu yüzdende insan kendi başına bir şeyler üretmek zorundaydı.

Günümüze baktığımızda üretkenliğin çok azaldığını görebiliriz. Geçmişin bize verdikleriyle yetinen insanların sayısı hiç azımsanmayacak kadar fazla ve gün geçtikçe de fazlalaşmaya devam ediyor.

90'larda Çocuk Olmak: Çizgi Film

$
0
0
Herkes belli dönemlerde dünyaya gelir ve geldiği dönemi çocuğu olarak adlandırılır. 70'ler,80'ler,90'lar gibi. O dönemde yaşadığı için o dönemin imkanlarıyla beslenir, o dönemin olumsuzluklarıyla yaşar. Zaten sizin döneminizden olmayan birine size: " Bizim dönemde farklıydı." der. Kendi dönemi ona zevkli gelir, o dönemdeki akşamlar farklıdır, yaşam şartları ve insanlıklar.

Bende 90'larda yaşayan bir insan olarak bugünkü yazımda 90'larda izlediğim, çoğu kez izlemek için babamla savaş ettiğim, bazen savaşı kaybettiğim bazen kazandığım çizgi filmleri size tanıtmaya çalışacağım.(Maksat geçmişi nostalji yapmak.)

1- Kaptan Tsubasa


Çocukluğumda belkide en sevdiğim çizgi filmlerin başında gelir. Atari oyununu almak için ne kadar çaba sarf ettiğimi dün gibi hatırlarım. Hatta atari kasedini hala saklıyorum. Çizgi filmin öyküsü  Japon genç takımın ve onun yıldız oyuncusu Tsubasa Oozora'nın yaşadıklarını anlatmaktadır. Günümüzde Tsubasa deyince, bir şutun iki saatte kaleye bulması gibi durumlar akla gelir. 



2- Bugs Bunny

Bugs Bunny deyince aklıma her zaman "naber canım" kelimesi gelir. Bölümlerini kaç kere izlediğimi söyleyemem bile, sabah akşam izlerdim çocukken. Sevimli bir tavşan olmanın yanında, akıllı oyunlarıyla her zaman düşmanlarını yenmeyi başaran tavşandı. Bu sıralar pek televizyonda rastlamasam da popülerliğini koruduğunu düşünmekteyim.

3-Şirinler

Şirinler esasen hala çizgi film kanallarında yayınlanan bir çizgi filmdir.  Gargamel, şirin baba, azman, gözlüklü şirin, usta şirin, şirine vb. karakterlerini çocukken hayatımıza sokan bir çizgi filmdi. Hep nedense gözlüklü şirine bir sempatim olmuştur. Şirinler deyince günümüzde herkesin aklına, "Eğer uslu bir çocuk olursan bir gün sende şirinleri görebilirsin." cümlesi akla gelir. 


4- Tom ve Jerry

Masumun her zaman fare Jerry olduğu düşünülen ama her zaman darbeyi ve zararı gören kedi Tom'un maceralarının anlatıldığı bir çizgi filmdi. Ama şunu da belirtmek lazım her ne kadar Tom, Jerry yakalamak istese de, kırıp dökse de çizgi film özünde aralarındaki dostluk her zaman ön planda tutulmaya çalışılmıştır. Belki de en Bugs Bunny gibi en çok yayınlanan ve en çok akılda kalan çizgi film de diyebiliriz.


5-Tweety ve Slyvester


Twitter kuşunun Tweety'den geldiğine inanıyorum. Bu çizgi filmde en önemliler arasına girmeyi başarmış bir çizgi filmdi. Kurnaz fakat beceriksiz kedi slyvester'ın tweety yeme çabası her zaman olumsuzlukla sonuçlanmıştır. Köpek Hector'un, Slyvester çıkardığı zorluklar, babaannenin Slyvester'ın kafasına şemsiye ile vurması da çizgi filmi komik yapan diğer unsurlardı. Hala yayınlanıp, yayınlanmadığı hakkında pek bir bilgim yok.




6-Daffy Duck-Tazmanya Canavarı-Yosemite Sam
Daffy Duck, çok bilmişliğiyle tanınan karakterdi. Kendi sezgilerinin kurbanı olmuş, egosu tavan yapmış bir karakteri oynamıştı. Çoğu kez darbe yerdi.




Tazmanya canavarı ise, biraz bilgisiz ve fevri yani ani davranan bir karakterdi. Sert, biraz ürkütücü görünen görüntüsünün altında temiz kalpli bir yaratık yatıyordu. Ayrıca benimde sevdiğim karakterlerdendi.








Yosemine Sam, belkide o yıllarda bu çizgi filmleri izleyen kişilere "Hangi karakteri sevmiyorsunuz? ya da Hangi karakteri antipatik buluyorsunuz?" dediğinizde alacağınız isimlerin başında gelir. Bugs Bunny, Daffy Duck ve Hızlı Gonzales'in baş düşmanıydı.


Bugün temel olarak 90'larda izlediğim çizgi filmlerin ve onlara adını veren karakterleri anlatmaya çalıştım. Umarım keyif almışsınızdır.

Atmaca'nın İsyanı-2

$
0
0
Zor geliyor, kaybetmek, zor geliyor, olmaması. Hep yanında olan, hep seninle olan, hep senin olan birinin gitmesi zor geliyor. Yeri geldi bağırdığı, yeri geldi kin kustuğun, yeri geldi sustuğun ama varlığını hissettiğin kişinin gitmesi zor geliyor. Olsa da sussam, olsa da konuşmasam. Dilim tutulsa ama benimle olsa...

Hayat bu doğuyoruz, büyüyoruz, yaşlanıyoruz ve bir bir bu dünyadan göçüyoruz. Bu dünyadan göçerken bize bağlı olan insanlar oluyor. Onlar bizim oluyor, her zaman düşünüyoruz: "Bensiz ne yapar acaba!, Ben olmasam yapabilir mi?". Düşünüyoruz ama yapabileceğimiz bir şey yok, bize verilmiş ömür ve gideceğimiz yer belli.

Kimisi bu dünyadan mutlu ayrılıyor, kimisi üzgün. Bazılarının tamamlaması gereken görevler yarım kalıyor, bazıları ise çoktan bitirmiş oluyor. Hikaye bu, belli olaylarla başlayıp, belli olaylarla biten. Küslüklerin olduğu, kırgınlıkların dert edildiği, mutluluğun bir arayış olduğu ve çoğu kez bulunmadığı bir hikaye. Hep arayışların olduğu, farklı şeyler yaşadığını düşündüğümüz ama aslında hep aynı şeyleri yaşadığımız(farklı kahramanlarla) dünya. Tam sonu olmayan ve olmayacak bir hikaye.

Ruhsuz Atmaca'da bugünlerde bu hikayeye tanık olan dünyalılardan biri. Ne yapsa, ne etse geri getirilemeyeceğini bildiği; fakat elinde olmadığını bildiği yaşlarının esiri. Size tavsiyesi pişmanlıklarınızı bugünden başlayıp ateşe atıp yakmanız ve sevdiklerinizle sevdiğiniz gibi yaşamanız...

90'larda Çocuk Olmak: Çizgi Film-2

$
0
0
Geçen yazımda 90'larda severek, tekrarlarını bile ilk kez izliyormuş gibi izlediğim çizgi filmleri sizlere tanıtmaya, hatırlatmaya çalıştım. Bu yazımda, o yazının devamı niteliğinde bir yazı olacak. Geçen yazıda 5 tane çizgi film ve onlara adını veren karakterleri tanıtmıştım. Şimdi 6'dan devam edelim.

6- Çakmaktaş Ailesi/Taş Devri
Barny, Fred, Vilma, Betty, Çakıl, Dino, Bambam baş karakterlerinin olduğu çizgi filmdi. Geçmişi ve geçmişin teknolojisinin anlatıldığı güzel bir çizgi filmdi. Barny ve Fred bazen arasındaki çekişmeleri ve sürekli olarakta dostluklarının anlatıldığı bir çizgi filmdi. Baş rol biraz daha Fred'e kayıyordu. Sinema filmi de yapıldı. Bunun dışında ülkemizde bazı komedi programlarının bölümlerinden biri oldu.




7- Jetgiller




Jetgillerde teknolojinin son varacağı son noktayı anlatan bir çizgi filmdi. Uçan arabalar, temizlikçi robotlar vs. Goerge, Jane, Judy, Elroy, robot hizmetçi Rosie ve köpekleri Astro. Jetgillerin en sevdiğim bölümü ise taş devriyle bağladıkları bir bölüm vardı oydu.






8- Road Runner

Türünün ne olduğunu o dönemde çözemediğim bir hayvan türüydü. Hep çakalı(Wile E. Cyote) tutmuşumdur, hep zekice, birazda canice planlar yapmasına rağmen, hızının getirdiği artıyla hep tuzaklardan kurtulmuştur. Bu çizgi filmde günde 5-10 kere verilirdi. Ayrıca, Road Runner'ın kaçarken çıkardığı o sesi de unutmak imkansız.




9- Hızlı Gonzales- Pepe Le Pew- Ayı Yogi
Hızlı Gonzales, çoğu kişiye sevimli gelen benim uyuz olduğum sevimli bir fareydi. Kardeşimin zoruyla izlediğim çizgi filmlerdendi. Road Runner'ın, fare haliydi. Kediler hiç bir zaman kendisini yakalayamaz. Onların planlarını hep suya düşürürdü.





Pepe Le Pew, aşk düşkünü, dişi hayvanlara aşık olan, çılgınca onların peşine düşen fakat kokusu yüzünden sürekli onları kaçıran bir karakterdi. Ama sürekli dört ayak üzerine düşen biriydi. Üzerine beyaz bir boya dökülen kediyi kovaladığı bölümleri hiç unutmam.





Ayı Yogi, herkesin bildiği klasik bir çizgi filmdir. Ayı Yogi ile ilgili aklımda kalan arkadaşları ile beraber uçan gemiyle yaptıkları gezilerdi.





10- Richie Rich- Tenten'in Maceraları

Richie Rich, sadece sembolik olarak zengin olan, fakat görünüş olarak zenginlerle alakası olmayan bir karakterdi. Çizgi Filmin en çok bilinen özellik dolarla olan bağlantıydı. Neredeyse her yerde dolar işaretini görmek mümkündü.






Tenten, genç ve gezgin bir gazetecidir. Maceralarında, ona köpeği Milu ve arkadaşı Kaptan Haddock yardım eder. Yakın zamanda animasyon bir film çekilmiştir, izlemenizi tavsiye ederim. 




11- Red Kit- Scooby Doo- Müfettiş Gadget



Red Kit, geçmişten günümüze adını ve izini kaybetmeden koruyan çizgi filmlerden biri. Hızlı silah çeken yalnız kovboy, maceralarında ona sevimli, konuşan beyaz atı Düldül ve saf, sevimli köpeği Rin Tin Tin ile ve daltonlarla akıllara kazınmış bir çizgi filmdir. Sinema filmi de çekilmiştir, ayrıca komedi programlarına da konu olmuştur.





Scooby Doo, bu çizgi filmde günümüzde en çok bilinen çizgi filmdir. Hala daha yayınlanmakta olan bir çizgi film. Arada denk geldikçe izlemeye çalışıyorum. Shaggy, Velma, Freddie, Daphne ve Scooby Doo baş rollere sahipti. Suçları çözmeye çalışırken düştükleri komik durumlar bu çizgi filmi unutulmaz kılmıştır.



Müffetiş Gadget, teknolojinin geldiği son nokta denilebilecek bir karakterdi. Bir insan olmasına rahmen çok amaçlı robotta demek hiç yanlış olmaz. Dalgınlığı onun en önemli özelliğiydi.






Bugün de elimden geldiğince 90'lara ait çizgi filmleri size anlatmaya, kısaca hatırlatmaya çalıştım. Umarım keyif aldığınız bir yazı olmuştur.


90'larda Çocuk Olmak: Çizgi Film-3

$
0
0
Bugün 90'larda çocuk olmak yazım üçüncü bölümüyle karşınızdayım. Bu ay nostalji olsun diye hem kendim için geçmişi hatırlamak, hem de bilmeyen arkadaşlara geçmiş hakkında ipucu vermek için benim çocukluk dönemimin çizgi filmlerini seçtim. Farklı başlıklarla gene geçmişi hatırlatmaya çalışacam. Bu ayın adına "Ruhsuz Atmaca'nın 90'lada Çizgi Film Ayı" desek hiçte yanlış olmaz. Neyse kaldığımız yerden devam edelim.

13- Pokemon
90'lar döneminin vazgeçilmez ve izlenme rekorları kıran tek filmi. Yazdığım diğer çizgi filmler arasında sıyrılan, çocukları ekrana kitleyen eşsiz, unutulmaz çizgi film. Bu filme çocuklar o kadar kaptırdı ki kendilerini, intahar edenler olmuştu. Bu yüzden belirli bir süre yasaklanmıştı ve geri döndüğünde de popülaritesini yitirmişti. Pokemon deyince mahallede oynadığımız tasoları unutmamak gerek.Hatta hatırlarım pokemondaki bütün karakterleri kağıtlara yazıp ezberlemiştim. Baş kahramanlar Ash Ketchum, Pikachu, Brock, Misty, Rocket Takımı(Jessie, James) ve Miyav'dı. Çocukluğumda belli bir yere sahip çizgi filmlerdendir.



14- Casper

Ne kadar korkunç olmaya çalışsa da sevimliliği ile bir türlü, korkunç olamayan bir yaratıktı. Korkutma eyleminin olmamasının dışında, yardımseverliği ve dostluğuyla da çocukların gönlünde yer edinen bir karakterdi. Her defasında kötülük yapan üç amcasına engel olmaya çalışan sevimli bir karakterdi. Ayrıca o yılları hatırlayanlar Casper adını duyunca şarkısını da hatırlayacaklarını söylemeden edemeyeceğim.



15- Temel Reis



Günümüze de namı salmış, herkes gibi benimde Karadeniz'li olarak bildiğim çizgi film kahramanı. Filmde kötü karakter Kabasakal'ın, Safinazı elde etme çabalarına, Temel Reis'in ıspanağıyla engel olmasını anlatan maceralar dizisidir. Bu çizgi filmde ününü bugünlere taşımıştır. Fakat, uzun zamandır çizgi film kanallarında pek rastlamadım.



16- Afacan Dennis
Küçük Dennis, yorucu, afacanca maceralarının anlatıldığı bir çizgi filmdi. Komşuları Bay Wilson'ını ne kadar iyi niyetle yaklaşsa da onda hep zarar ve bir soruna yol açmıştır. Sakarlığı kendisine zarar vermese de, Bay Wilson'ın başına kötü şeyler açmıştır. Günümüzde sinema filmi de çekilmişti. Bazı çizgi film kanallarında birkaç kere denk gelmiştim. Fakat bu çizgi filmde pek yayınlanmıyor.


90'larda çizgi filmleri anlatarak başladığım bu yazı dizesinde umarım size yararlı şeyler aktarabilmişimdir. 90'lar pek uzakta olmasa da, o dönemdeki şeyleri anlatmaya, birazda kendime geçmişi yaşatma ihtiyacı duydum. Çoğuyla ilgili bazı şeyleri unutmuştum onları hatırlama imkanı buldum. Burada belirtmediğim bir sürü iyi çizgi film var. Aklıma gelen Digimon, Cedric( 8 yaşındaysanız ve çocuksanız ... diye başlayan cümlesi olan çocuk),Ninja kaplumbağlar, Arı Maya, Atom Karınca, Heidi, Power Rangers, Pempe Panter vs. Hepsini anlatmak bira sıkabilir. Ama umuyorum ki sevdiğiniz çizgi filmler sizin karşınıza bir gün çıkar. Herkes gibi bana göre de doğduğum dönemdeki çizgi filmler, olaylar, oyunlar en iyisiydi. Ve yaşadığım dönemden bana kalan miraslardan biri olan çizgi filmleri umarım size iyi anlatabilmişimdir...


Kısa Dipnot-19: Bir Kelime Bir Çatlak

$
0
0
Kelime, tek başına anlamı olabildiği gibi başka bir kelimenin yanına gelince değişik anlamlar yaratan, anlaşma biçimidir. İnsanlar hal, durum ve konumlarına bağlı olarak bu dünyada kendi kelimelerini üretirler. Burada önemli olan yaşadığı durumu, kendi düşünce evrenine göre yorumlayabilme yeteneğidir. Ağızdan bir çok kelime çıksa bile bunlardan sadece bir tanesi anlamlı olabilir. O kelime kendi üretimidir.

Bir insanın kelime kullanabilme yeteneği, doğduğu andan itibaren kendini ne kadar geliştirebildiğine bağlıdır. Üretkenliğini sağlayan unsurları bünyesine nüfus ettikçe, kullandığı kelimelerin anlamları o derece derin ve o derece mantıklı olur. Bir insanın zengin kelime dağarcığına sahip olması herkesçe "kitap okuma" yoluyla çözüleceği söylenir. Ama bu sadece çözüm aşamalarından biridir. Bir insan düzgün ve daha anlamalı kelimeler üretebilmesi için ilk önce merak sonra da bu merakın getirdiği yaratım işini yapması gerekir.

Günümüz dünyasının en temel sorunudur doğru bildiğini sandığımız ama yanlış bildiğimiz kelimeler. Bir takım kulaktan dolma kelimelerini cümlelerimize kattığımız zaman hem o kelimeyi başkalaştırıyoruz, hem de kullandığımız dile zarar veriyoruz. Çünkü o kelimeyi karşımızdakine kullandığımızda o da başkasına kullanıyor yani kısaca biri başlangıç veriyor ve bölünerek virüs gibi çoğalıyor.

Günümüzde sosyal medyanın, televizyon sektörünün insan hayatına bütünüyle yerleşmesiyle dilimizi düzgün kullanma anlamında sıkıntı yaşar olduk. Herkes fark yaratma sevdası sonucunda, dilini farklılaştırma yoluna gitti. Ve bunun sonucunda da dil evreninde yeni çatlaklar meydana geldi. Anlamsız kelimelere, anlamlar yüklendi, lügatta olmayan kelimelere, varmış gibi davranıldı, başka dillere mensup olan kelimeler sanki bizimmiş gibi kullanıldı. Televizyon dizilerini yazan senaristler bir takım karakterleri ön plana çıkarmak için kelimelerle oynayarak, yeni cümleler yarattılar. Ve bunun sonucunda da yeni bir dil ortaya çıkardılar.

Büyüyen ve gelişen gençlikte oluşan yeni dile kulak verdi. Çünkü anlaması ve kullanması kolay olduğu için. Devşirme kelimelerin günlük yaşama girmesiyle, dil örgüsü zarar gördü. Dil örgüsünün duvarlarında oluşan bir çok çatlağı kapatmak için ise yetişen gençlerimizin öz ve gerçek kelimeleri, gerçek anlamlarıyla, eklemeler yapamadan kullanmasıyla  gerçekleştirilebilir.

Teşekkür: "Konu ve Konuk Olduğum Bloglar..."-12

$
0
0
Farklı bir blogda farklı okuyuculara yazı yazma isteğim sonucunda blogları araştırmaya başladım. Ve farklı olacağını düşündüğüm bir blogla karşılaştım "Biraz Yazalım"
Yazımı "Biraz Yazalım" okuyucularının keyifle okumaları dileğiyle kendilerine teşekkürü bir borç bilirim. Yazıya aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:

Yazı= Beni İncitmesen Nasıl Olur!: http://birazyazalim.blogspot.com/2013/04/beni-incitmesen-nasil-olur.html?spref=fb



Gene bu ay içinde ikinci bir konuk yazarlık gerçekleştirdim. Bu yazıya da aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz. Bu blog sahibine de, beni blogun da ağırladığı için teşekkürü bir borç bilirim.



Bu içinde son konuk olduğum blog ise "Evrensel Blog" oldu. Bu bloga da beni ağırladığı için teşekkürü bir borç bilirim. Yazıma aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz. Keyifli okumalar...


Yazı= Para Mı? Saadet Mi?:http://www.evrenselblog.com/2013/04/para-m-saadet-mi.html 





Aşık Mısın Len?

$
0
0
Herkes sana kendi dilinde aşkın, tarifini yapar. Sana hep kendi bildiklerini, kendi yaşadıklarını, deneyimlerini anlatırlar. Baştaki amaç bellidir "ben yaşadım, sen yaşama. Benim ağzım yandı seninki yanmasın". Fakat aşkın tarifi ya da aşkın tahlili bu değildir. bu olamaz. Her insan belli başına, kendi bütününde farklıdır. Ve bu farklılık sonucunda, dünyayı, insanlığı ve hayatı farklı görür. Bunun adına "dünya görüşü" denmiştir.

Tam diyaloğu tam hatırlamıyorum ama Cem Yılmaz'ın 2008'deki gösterisinde, bir adam İstanbul'un silüetine bakar şiir yazar, başka bir adam bakar "İstanbul sen mi, büyüksün ben mi? A...." diye olan bir bölümü vardı. (İzleyenler hatırlar.) Burada yola çıkarak her insan farklı bir coğrafya, farklı bir iklimdir. Bir insanın yüzüne bakarsın, yazı yaşarsın, başka bir insanın yüzüne bakarsın kışı yaşarsın.

İnsanlar dünyayı, kendi profilleri doğrultusunda oluştururlar. Ona yön veren başta da belirttiğim gibi dünya görüşleridir. Kendi deneyimlerinin paralelinde yaşamlarını sürdürürler. Tavsiye hayat boyunca, özellikle de gençlik dönemlerinde alacağımız en önemli deneyim aracıdır. Ama bazı konularda tavsiye vermek, bana göre boştur. Vermek istediğin mesaj bana öykün, beni örnek al benim gibi ol, benim gibi davrandır. Fakat bu yazının  konusunu oluşturan "aşk" konusunda tavsiye vermek, boşa kürek sallamaktır.

Aşık olan insan, olduğu saniyeden itibaren mantıklı düşünemez. Düşünmesi zaten beklenemez. Bunun hem hormonsal(fiziksel) durumları, hem de psikolojik durumları vardır. Her insanın aşkı, aşk tanımını kendine göre yorumlama durumu vardır. Bunu da belirleyen, dünya görüşü içerisine giren bütün elemanlar, araçlar oluşturur. Belirli tavsiyeler olur ama baştaki gibi, "benim ağzım yandı, seninki yanması!" tarzı tavsiyeler olmaz.Bu yüzden bu şekilde verilen tavsiyeler sadece arkadaş muhabbetinden öteye gidemez.

Bir Mutsuzluk İncelemesi...

$
0
0
Bir mutsuzluğun incelemesi her zaman zordur bu hayatta. Mutluyken söylenebilecek çok söz varken mutsuzken söylenebilecek sadece iki üç kelime vardır. Ucu bucağı nereye gittiği bilinmeyen bu hayatta insan her zaman ve her şartta mutluluklar ve mutsuzluklar yaşar. Yaşadığı bu ömrün, yaşlılığına bırakacağı bir takım mirastır, bunlar. Fakat burada önemli olan bir insanın "mutsuzluk"larıdır. Her zaman gülebilse, her zaman mutlu olabilse yaşadığı bu hayatın pekte bir anlamı kalmaz aslında. Monotonluk baş gösterir işin sonunda.

Bir insanı boğan her zaman mutsuz olduğu zamanlardır. Çünkü düşünmesi gereken bir neden/sebep, çözmesi gereken bir sorun vardır. Ve bunu kısa bir sürede, eksiksiz bir şekilde yapmalıdır. Belki de insana insan olduğunu hatırlatan dönemler mutsuz olduğu dönemlerdir. Toz pembe olan hayatı, sürekli gülüşmelerle boğuşan günleri artık, somurtan ve üfleyen bir hal almıştır.

Fakat, insan yaşamalıdır ve yaşlanmalıdır. Sürekli gülen, mutlu olan insan bu hayatta yaşlanmaz. Derdi tasası olmayan insan yaşlanmaz bu hayatta. Bir insanın yaşlanabilmesi için gereken ilk madde, artık yaşlanması gerektiğini kendi kendine söylemesi gerektiğidir. Mutlu insan hiçbir zaman kendisine: "Bu kadar gençlik yeter, biraz da yaşlılığa bakalım" demez. Onun için her zaman durum : "Baba böyle iyiyiz"dir.

Kendisine yaşlanması gerektiğin söyleyen insan artık mutsuzluklarıyla uğraşabilir duruma gelmiştir. Yaşlanmıştır, ve vücut hatları artık geçmişin yaşantısının izleriyle doludur. Gözlerinin altında oluşan göz torbaları, yüz hatlarındaki belirgin çizgiler, dudaklarında oluşana anlamsız, boş gülümsemeler. Bu değişimleri kendinde görmesine rağmen geçmişinin ne kadar boş ve loş geçtiğini görür. İşin en dramatik tarafı da budur aslında.

İnsanı yaşlandıran bu sıkıntılar aslında geçmişte mutlu olma sebepleridir. Her mutluluk bir ertelemedir bu hayatta. Günün anlam ve önemine ters düşen sorunları iteleme, öteleme çalışmasıdır. "Ne kadar uzağa giderse o kadar iyi!" olayı. Zaman olduğu yerde durmaz, ne yaparsan yap, sürekli işleyen ve sürekli ilerleyen bir zaman çizelgesi vardır. İnsansan da bu zaman çizelgesi de sadece belli bir bölümü işgal eder. İnsanın isteği bu çizelgede tahsis edilen bölümün tamamına mutlulukları sığdırmaktır. Fakat gerçeğe döndüğümüzde ise bu imkansızdır. Bu çizelgeyi iki ye böldüğümüzde insanın ilk dönemlerini mutlu ikinci dönemlerini mutsuzluklarla dolu görürüz. Çünkü, insan hep itelemiş, hep ertelemiştir. Bunun sonucunda da mutlu olması gereken son dönemde hep mutsuz olmuştur. Yapılması gereken ya da işin normali, terazide insan mutluluk ve mutsuzluklar eşit değerde ya da buna yakın bir ölçekte ayarlayabilse, işte o zaman gerçek mutlu olabilir.


Kısa Dipnot-20: İnsan Benliği

$
0
0
Bazı şeyleri zora soktuk usta, şimdi ne yapacağız? Girdiğimiz bu zorluktan kaçacak mı? Yoksa zoru severim deyip ve yaptığımız hatanın başka hatalara yol açmaması için savaşacak mıyız? Peki savaşırsak ne olur ki, her tarafına kesik atılmış, yaralanmış ve yıpranmış bir beden ve bir bütün olamamış bir ruh hali... Uğraşmak gerekir ama uğraşmak için bir ruhsal durum gerekir. Fakat yaşanmışlıklar insanları yıpratır. Her geçen gün öyle bir yara açar ki insan bedeninde, belki de kapanmayacak yaralardır bunlar.


İnsan her dönem, hayatının her bölümünde bir takım bunalımlar yaşar. Ne kadar mutlu olursa olsun hep hayatında bir ayrılık, hep hayatında bir yalnızlık yaşar. Unutmak istediği bir takım şeyler, silmek istediği bir takım düşünceler olur. Arayış insan hayatının en önemli maddesidir. Ne kadar körelsede ne kadar üretmesede kendi benliğin ve bilinçaltının getirdiği bir takım gereklilikle araştırma ya da diğer bir değişle arama eylemini gerçekleştirir.

Yaşanmışlıklar bir takım yaşlanmışlıklar getirir insana. Yaşamın kanunu bu, insan her zaman kazanmak zorunda değil. Kaybetmek insansı bir özellik. İnsan kendi kendine dursa bile kendi düşüncelerinde kaybeder bazı şeyleri. Tek sorun kaybetmenin derecesi ve şiddeti.

İnsan hayatında her kavramın derecesi farklıdır. Hepsinin benliğinde yarattığı anlam farklıdır. Kiminin telafisi varken, kiminin telafisi yoktur. Ne yaparsa yapsın, ne getirirse getirsin yerine gene de faydası olmaz. Unutmak insana ait bir özellik gibi görülür fakat ; insan unutmaz! İnsan sadece bir takım duyguları erteler. Gelecekte bir yerde o ertelediği şeyler illaki karşına çıkar. Karşısına çıkan her erteleme ondan intikamını alır.

İnsan zamanında mücadele etmelidir, ertelemeleriyle. Doğru olarak düşündüğü fakat sonra yanlış olduğunu gördüğü bu yolda, artık mücadelesini yanlış olduğunu anladığı anda vermelidir. Yarım bırakılmış her artık, ilerde insanın ayağını kaydıran bir intikam makinesi olacaktır.

Mim-1

$
0
0
Blog dünyasında son günlerin en popüler olayı mim'lemek. Hani adı duyulunca "o ne ya" deyip kötü gibi düşünülen bir şey olsa da, aslında iyi anlama sahip bir kelime. Ayrıca bloglar arasında iletişim sağlayan bir köprü de diyebiliriz. Herhalde ilerleyen zamanlarda bir röportaj şekili olacak diyebilirim. Kısa süre önce takip ettiğim bloggerlardan biri "Hayatın İçinden Bir Tutam Ben" beni mimlemiş, bende sorulara elimden geldiğince yanıt vermeye çalışacağım.

1- Eğer bir düğünün olsaydı nasıl olurdu?
Atmaca'nın düğünü olsa, bütün kabile toplanır, ilk önce bir uçuş seromonisi, sonra yırtıcılıklarını ve ruhsuzluklarını gösteren bir bağrışmalar olurdu. Gerçek olarak düşünürsek, kır düğünü gibi bir şey olurdu. 10000 kişinin katıldığı, aş evi mantığında, horonlar, halaylar olaylar olaylar şekilde bir düğünüm olurdu.

2- Yolda giderken sevdiğin idole rastlasaydın ne olurdu? 
Suratına bakmadan, asık suratlı bir şekilde yanından geçerdim. Maksat, egom tavan yapsın.

3- Bir dizi karakteri olmak istesen hangisi olmak istersin?
Genelde hep kötü karakterlerle özdeşleşmişimdir. İyi karakterler hep standartların etrafında dolaştığı için, kötülerin farklı yapı ve durumlara sahip olması beni onlarla empati kurmamı sağlamıştır. Kötü bir olduğumdan değil yani. İsim verecek olursak; sayı biraz fazla ama, Batman'deki "Joker" olabilir.

4- Hayatın senaryo olsaydı ve senarsti sen olsaydın nasıl bir senaryo yazardın?
Kimsenin anlayamayacağı ama içinde bir çok mesajlar ve önerilerin oldu bir senaryo olurdu. Nuri Bilge tarzı bir film olurdu. "Anlattığı bol, anlayanı yok."

5- Her zaman merak ettiğin, bir gün bu duyguyu tatmalıyım dediğin bir olay var mı?
Aslında söylenebilecek çok şey var.  Tadılması gereken o kadar duygu var ki; fakat tadacak ömrüm olur mu onu bilmiyorum. Çocukluğumda hep, Atatürk'ü görmek isterdim. Elini öpmek onla konuşmak isterdim, ona bize yaşanılacak bir vatan verdiği için teşekkür etmek isterdim.

6- Eğer olanakları göz önünde bulundurmadan, hiç bir şeyi düşünmeden istediğin mesleği seçecek olsaydın bu ne olurdu? 
Bu olayı şu anda yaşıyorum. Lise öğrenimim elektirik-elektronik iken, üniversiteye geçtiğimde radikal alarak radyo televizyon sektörüne geçtim. Sancıları devam ediyor, hem öğrenim olarak, hem mesleki...
Ama hayatımda hep bir yara olarak kalacak olan şeyse futbolcu olmaktır. Hep olmak istemişimdir; fakat şartlar bizi ancak halısaha maçlarında bir araya getirmiştir.

7- Farklı nedenlerle dünyaya gelecek olsaydın, kimin görünüşünde olmak isterdin?
Böyle bir düşüncem hiç olmadı.

8- Hayaline konuk ettiğin prens/prenses nasıl birisi?
Ruhsuz Atmaca'nın hayaline konuk edebileceği prenses, konuşmayı, fikirlerini söylemeyi en önemlisi de ne dediğini bilen birisi. Yeri, zamanı ve duruşunu belli eden biri. Eğer bedensel bir tanımlama yapacaksak, siyah tüylü, hırçın bakışlı bir "Karadeniz Atmaca'sı"...

9- Giyim tarzın?
Kadınların gözünde "rüküş!" diye tabir edilen, erkeklerin gözünde ise "elbise elbisedir, iyisi kötüsü olmaz!" tarzında giyinen biriyim. Giyisiye yatırdığım para pek fazla değildir. "Üzerime olsun/otursu yeter."

10- Seni etkileyen dizi veya film sahnesi?
Çok iyi soru tam mesleğimi içeren bir soru oldu. Genelde film sahnelerini not almaya çalışırım, ödevlerimde, işlerimde yardımcı olsun diye. Aslında bir sürü var ama bir tanesini yazacak olursam: Cem Yılmaz'ı çok severim onun, Hokkabaz filminin son sahnesinde, umudunu yitirmiş, aşkta aradığını bulamamış daha doğrusu kazık yemiş sihirbaz, su dolu çam kutu içerisine kolu bağlı olarak girdiği, en uzun süre nefesini tutma deneyini yaptığı sahne. Adamdan anahtarı gizleyip, cam kutu kitlendiğinde ölür demiştim. "Anahtar yok nasıl açacaklar." Fakat kurtulmuştu. Bunu örnek verebilirim.

Elimden geldiğince sorulara cevap vermeye çalıştım. Beni düşünüp, mimlediği için  "Hayatın İçinden Bir Tutam Ben" teşekkür ederim. Bari bende bir kaç kişiyi mimliyim... :)  Bir şeyler yazarlarsa onları da tanımış olurum :)
İşte Mim Liste...

sui
erdikaradeniz
melodram
biraz yazalım

90'larda Çocuk Olmak: Oyunlar

$
0
0
90'ların çocuğu olan Ruhsuz Atmaca'nın, bu dönemlerle ilgili ilk yazılarını okumuşsunuzdur. Okumadıysanız aşağıdaki linklere tıklayarak okuyabilirsiniz.
-90'larda Çocuk Olmak: Çizgi Film
-90'larda Çocuk Olmak: Çizgi Film-2
-90'larda Çocuk Olmak: Çizgi Film-3
İlk yazı dizisinde elimden geldiğince 90'lı yıllarda izlediğimiz çizgi filmleri elimden geldiğince derlemeye çalıştım. Bu yazımda ise gene 90'larda sokakta, okulda, evde oynadığımız oyunları sizlere hatırlatmaya, biraz da yaad etmeye çalışacağım.

1- Eski Minder
İlk okuldayken öğretmenimiz bizi dışarı çıkardığında, oynadığımız bir oyundu. Hep kız oyunu olduğunu düşünmüşümdür. Hala fikrim değişmiş değildir. Oyunun oynama şekline gelince. Bir gönüllü ortada çömelir,bir konu seçilir. Çocuklar el çırpıp çömelen kişinin etrafında dönmeye başlar, çocuklar o konuyu anlatmak için, taklit ve duruşlar yapmaya çalışırlar.

2- Bezirganbaşı
Bu ismi söyleyince oyunu bilenen aklına gelen, "aç kapıyı bezirgan başı, bir sıçan, iki sıçan, üçüncüde kapan" sözü gelir. Oyunun tekerlemesini ile iki ebe seçilir. Oyuncular, tekerleme söyleyerek iki ebenin kollarının altından geçerler. Başta isim verilir ve bu isimleri bilmeyenler, ebelerin arkasına geçerler. Ve iki takım oluşur. Ortaya iki çizgi çizilir ve iki takım çizginin gerisine iple kim düşer çekişmesi yapar.

3- Mendil Kapmaca
İlk okuldayken, hatta ana sınıfındayken çocuklara öğretilen en temel ve ilk oyunlardan biridir diyebilir. Bu oyunda da iki grup oluşturup, ortada bir kişi mendili tutar. Sonra iki gruptan bir kişi gelir. Mendili tutan kişinin ya da başka birinin verdiği işaretle mendili kapılmaya çalışılır.

4- Sek Sek
Bu oyunda herkesin bildiği bir oyundur. Hani şu anda bile görülen ve görünce de kendini tutamadan oynanan bir oyundur. Yaşı olmayan bir oyun diyebilirim. Genelde kız oyunudur, denir. Hatta kızlar oynarken, erkeklerin oyunu bozma çabaları, olumlu bir netice ile sonuçlanmayınca, erkeklerinde katıldığı bir oyundu. Oyun şekli ise, yere belli düzende kareler çizilir. (Yanılmıyorsam dokuza kadar) Amaç, tek ayakla yani sekerek bu çizilen yerin sonuna gidip, sonra yeniden başlanılan yere gelmektir.

5- Ortada Sıçan
Okullarda oynanan oyun olma özelliği dışında, pikniklerin favori oyunları arasında olan bir oyundur. İki ayrı grup şeklinde oynan bir oyundu. Ortada bir ebe olur ve ona bir can verilirdi ve o vurulmaya çalışırdı. Eğer ortadaki kişi topu havada yakalarsa can kazanırdı.

Bugün size 90'larda oynanan ve mahalle kültürünün devam ettiği yerlerde hala oynanan oyunları derlemeye çalıştım. Oyun bir çocuğun gelişimi için gerekli olan en önemli unsurdur. Çünkü çocuk oynadıkça düşünür, düşündükçe gelişir. Oyunun türü ne olursa olsun, çocuğun enerjisi ve sarf ettiği eforu ona her zaman bir getiri sağlar.

90'larda Çocuk Olmak: Oyunlar-1

$
0
0
90'larda oynanan oyunları anlattığım yazının ikinci bölümüne geldik. Eğer ilk yazıyı okumadıysanız aşağıdaki linkten yazıya ulaşabilirsiniz.
-90'larda Çocuk Olmak: Çizgi Film
Yazının ilk bölümünü bitirirken çocukların oyun oynaması gerektiğini söylemiştim. Çünkü oyun oynamak çocuğun gelişimini sağlayan en önemli unsurlardan birdir. Bu oyunun türü ne olursa olsun, bütün oyunlar için geçerlidir. Neyse biz gelelim oyunlara:

6- Onbir Elli
İlk okulun vazgeçilmezleri arasında yerini alan, koşmanın ve şansın bir arada olduğu oyundu. Tenefüslerde, okul sonlarında oynadığımız bu vazgeçilmez ve yorucu oyun; bir tür yakalamaç oyunuydu. Bir daire oluşturulur, ve bir yerden başlanarak sayılırdı. Ebe olan kişi yakaladığı herkesi kendi bünyesine kadar ve diğerlerini yakalamaya çalışırdı.

7- Simit-Zımba
Gene yakalamaç türü oyunlardı, zımba ve simit. Simit oyunu koşarak yakalama ebeleme şeklinde olurdu. Bir tane ebe olurdu. Ve evi denecek yerden çıkar nefesi kesilmeden "simit1 der ve süre içinde birilerini ebelemeye çalışırdı. Eğer sesi kesilirse dayak yerdi. Sesi kesilmeden geri dönerse sıkıntı olmazdı. Zımba ise biraz daha zor bir oyundu. Simit gibi gene bir noktadan bu sefer "zımba" diyerek çıkılırdı. Fakat tek ayak üstünde sekerek ebelenmeye çalışılırdı. Ebelenecek kişilerde tek ayak üstünde kaçardı.

8- Çift Kale/Minyatür Kale Maç
Kaldırım taşlarının bir çocuk için neden anlamlı olduğunu ifade eden oyunlardı. Maç oynanacağı zaman bir türlü bulunamayan kaldırım taşları, bulunduktan sonra oluşturulan kale ile mahallede boydan boya saha oluşturulurdu. Ve kendi aralarında ya da farklı mahallelerle maç yapılırdı. Aralarda maçlara kızlarda dahil olurdu. Çok çocukken futbolcu adayı kız tanımışımdır. Şu anda da devam eden popularitesi yüksek olan bir oyundur.

9-Birdir Bir
"Birdir bir yerin dibine gir",diye başlayan oyunda bir ebe seçilir, ebe kambur şekilde dururdu ve diğer oyuncular, onun üzerinden atlardı. Atlarken eğer ebeye değerse o kişi ebe olur, oyun bu şekilde döngü içinde devam ederdi.

10- İp Atlama
İçeriğinde ip olan oyunlar genelde kızların tercih ettiği oyun türleriydi. Bu oyun türün de iki tane ip tutan kişi ve bir tane ipi atlayan kişi vardı. Söyledikleri şeyi pek hatırlamıyorum ama kızların eğlenceli bulduğu oyunlardan biriydi. Pikniklerde de tercih edilen bir oyundur.

Bugünlük de 90'larda oynadığımız oyunları elimden geldiğince yazmaya çalıştım, umarım keyif aldığınız bir yazı olmuştur...

Kısa Dipnot-21: Global Köy-4

$
0
0
Bize ne lazım? AVM mi? Hastane,okul vb. şeyler mi? AVM diyeceğinizi duyar gibiyim, çünkü bize AVM lazım! AVM'ler bir ülkenin gelişmişlik düzeylerini gösteren en önemli, günümüz zamanının insan yaratımı bir global köy ortamlarıdır. İçersine girdiğiniz zaman klimasıyla ferahlatan, etiketlere baktıkça cüzdanları okşatan o muhteşem ve muazzam insan yapımı ortamlar.

Blog dünyasına girdiğimden beri aşk, ayrılık, yalnızlık konularının yanında sosyal medya, televizyon gibi insan hayatının vazgeçilmezleri arasına giren araçlar hakkında yazılar yazdım, yazmaya da devam edicem. Etken insanlığın, edilgen insanlığa geçtiği, düşünmenin, konuşmanın yorum yapmanın hayal olacağı dönemlere girdiğimiz bu dünyaya Marshall McLuhan amcamız "Global Köy" adını vermiş. Ne iyi demiş değil mi!

İnsan düşünen bir varlıktır, düşünür ve düşündüğünü yorumlar. Bunu ister belirtir sesli olarak yanındakine ya da yakınındakine, ister belirtmez. Ama değişmeyen bir şey var "düşünen bir varlıktır". Bu yüzden de yaratılışının diğer varlıklardan ayıran en önemli özelliğidir bu. Ona önemli bir sıfat kazandıran özelliktir.

Bizim AVM dediğimiz, kulelerden oluşan, reyonları, stantları, indirimler vb. şeyleri olan bu binalar, global köy uygulamasının yapıldığı en belirgin örneklerdir. Çünkü insanlar bu gibi ortamlarda, gezerler, gezerler, bakarlar, etiketi yorumlarlar, düşünürler, bu mu? şu mu? sonra kredi kartını çıkarır, işini görürler. AVM lazım çünkü alışveriş yapmazsak ölürüz.

Global köy bir insan sınıflandırmasıdır, dediğim gibi edilgenlik bu işin en önemli unsurudur. Diğer yazılarımda verdiğim örneklerde televizyonun, edilgen insan yaratmada en önemli unsur olduğunu söylemiştim bunun bir diğer uygulaması da AVM dediğimiz, paranın hür olduğu ortamlardır. Düşünmeden harca mantığı.

Peki bize ne lazım, AVM? Tabi ki de hayır. En ufak bir araziye gökdelen dikeceğimize, bir hastane, bir okul, ya da bir çocuk parkı diksek, daha iyi olmaz mı? En azından beton yığını diye dönüp baktığımızda, "ulan beton yığını buysa, ben buna taparım" diyelim. Gelişmişlik düzeyimiz, çağını gerekliliklerini, ihtiyaçlarının üretimiyle yapalım. Bilmiyorum sonuç ne olur, fakat görülen ilerisi için durumun pek hayırlı olmadığı. Marshall amcamızın, global köy'ünün gelecek nesilin ölümcül bir hastalığı olacağını düşünebiliriz...

Konuyla ilgili diğer yazılar...
-Kısa Dipnot-13: Global Köy
-Kısa Dipnot-15: Global Köy-2
-Kısa Dipnot-16: Global Köy-3

Atmaca'nın İsyanı-3: Eylem ve Sağduyu

$
0
0
Yazıma başlamadan önce yazımı okumaya başlayacak arkadaşlara, büyüklerime, küçüklerime "sağduyu"  dediğimiz; insanın karşısındaki insan/insanlarla anlaşmasını sağlayan kanalı açmasını rica ediyorum. Eğer böyle bir şeyi yapma gibi niyeti yoksa yazıyı okumaya da gerek yok zaten hemen çıkabilir. Malum günümüzün  en popüler ve önemli konusu "Gezi Parkı Olayları". Başta anlamlı ve mantıklı bir mücadelenin olduğu ; fakat şuan geldiğinde belirli kişi ya da kişiler ve grupların çıkarları sonucu anlamını değiştirdiği bir olay haline gelmeye başladı. Sosyal medyanın belki ilk kez anlamlı şekilde kullanıldığı (tabi sonra yine saptırılarak anlamını yitirdiği) bir direniş/eylem/tepki oldu. Beklenmeyen birlikteliklerin olduğu; taraftar grupları, farklı siyasi görüşler, farklı dini görüşlere vb. sahip olan insanların bir araya gelmesini ve kaynaşmasını sağladı. Bir araya gelmez denecek kişiler bu olay karşında bir araya geldi.

Başlangıcı çok iyiydi, bir amaç vardı, bizi hayatta tutan, bizi nefes almamızı sağlayan akciğerimiz ağaçlarımızı kurtarmak; sanatçılar bir araya geldi, insanları bir araya getirdi. Bir bakıma başta dediğim gibi birliktelik sağlandı. İnsanlar amaçlarını gösterdi. Bir şeyler haykırdı dünyaya...

Biz millet olarak çok duygusal bir milletiz, devletimiz söz konusu olduğunda her zaman "Vatan Millet Sakarya" hepimizin benliğine yerleşmiştir. Biz bir yandan böyleyken bir yandan da çok acıma, yardımseverlik duygusuna sahibizdir. Günümüzde bu görülmese de, geçmişimizde hep bu vardır. Çanakkale Savaşında, sabah cephe de savaştığımız, işgal kuvvetlerine, akşamleyin siperlerden, kendimiz yemeyip onlar yesin diye azıklarımızı atmışızdır. Bu yüzden biz kutsal bir milletiz, dünya için önemli, insanlık için var olması gereken bir milletiz. Bu yazıyı yazarken severek takip ettiğim, ve yazdığı yazıların tarafsız olduğunu düşündüğüm sevgili M. Serdar Kuzuoğlu dan esin aldım. Yazısı beni çok etkiledi, diyebilirim. Yazıyı okumak için...

Şu özet size konuya başlamadan yardımcı olabilir:
  • Bu eylemler senelerce apolitik, klavye delikanlısı, gamsız, umursamaz olmakla eleştirilen bir kuşağın reddiye ve isyanıdır.
  • Toplum mühendisliği binlerce belirsizlik ve bilinmezle dolu bir denklem. Siyasetçi ve bürokratların artık bunu unutmayacağına eminim.
  • Şiddet hiçbir şeyin ilacı, panzehiri ya da çözümü değil. Ya hıncı erteliyor ya da misliyle arttırıyor.
  • Geleneksel medya tıkadığı kulaklarıyla Türkiye’de hayatı boyunca unutmayacağı bir tokat yemiştir. Ama halk ortadaki tablonun habercilerden değil, patronların ilişkileri ve tavrından kaynaklandığını görememiştir.

Biz yapı olarak çok duygusal ve yardımsever bir milletiz dedim. Herhangi bir olayda, olayı tartmadan karşımızdaki ile empati kurmadan hareket edebiliyoruz. Bana göre de hala süre gelen bu gezi parkı olayları bu yüzden kaynaklandı. Proje iyi anlatılamadı, projeye vurulan kazma çok yanlış saatte oldu. İnsanların verdiği tepkilere empati kurulmadı. Tepki veren insanlarda, onları engellemek isteyen polislerle empati kurmadı ve bir sarmal olarak ipler dolandı. Şu anda bir haftadır süren bu olaylarda sadece ilk gün yapılan tepki ve yaşanan olaylar; bir amacın dışavurumudur. Diğer günlerde yapılan tepkiler ise başka grupların bu olayın arkasına sığınarak, yani bu olayı bahane ederek zarar verme politikasıdır. Keza olay gezi parkı karnaval yeri iken, Beşiktaş sadece yol bağlantısı olan Beşiktaş eylemin merkezi gibi görülüyor. Fakat gerçekten parkına sahip çıkanlar olması gereken yerde!

Olayda iki tarafında haklı haksız nedenleri var. Fakat temel hatalar sıralanacaksa;
1- En önemli hata, eğer böyle bir olay istenmiyorsa ( daha olacağını sanmam ); bir şey yapılacaksa oranın halkına danışmak ve onlarında görüşlerini almak, zaten bunun yapılmaması en önemli hataydı. Belki bu yapılsa hiç bir itiraz ve bu üzücü, vahim olaylar olmayacaktı.
2- Sonra ilk gün sabahleyin parkta toplanan insanlara yapılan polis müdahalesi. Orada ne oldu, polisler oradakileri uyardı mı? bilemem ama yapılan müdahale, hiç etik olmadı.
3- Devlet büyüklerimizin verdiği demeçler, zaten sinir katsayısı tavan yapmışken, devlet büyüğümüzün verdiği yanıtta hem üzmüş, hemde kızgınlığı arttırmıştır. Başbakanın verdiği tepki belki de "yangına körükle gitmek oldu" diyebilirim.
Her şey saf ve temiz duygularla başlamışken bu yapılanların da katkısıyla olay bir bölünme, iç savaşın eşiğine getirdi olayı.
Fakat, benim gördüğüm saf, temiz duygularla başlayan bu olay ilk gününde sonra siyasi bir olaya, provakatif olaya dönüştü. (Beşiktaştaki olaylar için) Bunu yapan kişiler engellenemediği için, kurunun yanında yaşta yanar hesabı, demek istenen "Gezi Parkını Koruyalım, Ağaçlarımızı Kurtaralım" iken, bazı kişiler sayesinde "Polisle çatışalım, gaza gelip gazlanalım" oldu.

Bu olayların belkide bu duruma gelmesinde medyanında önemli bir faktörü vardır. Twitter, Facebook gibi ucu açık ortamlarda yayılan asparagas haberlere insanları muhtaç edeceklerine, bu konuyla ilgili, yanlı yada yansız ama konuyu anlatan (kimin ne olduğu bilindiği için) bir yayın yapılsa halk yorumunu yapardı.

Bu ülke de doğduk, bu ülkede büyüdük, Allah nasip ederse hayatımızı bu ülkede, Türk olarak sonlandıracağız. Yeri geldi istediğimiz oldu, yeri geldi olmadı ; fakat bu ülkeyi canımızı verecek kadar seviyoruz/ seviyorum. En önemlisi, Atatürk'ün mirasını taşıyoruz, onun çocuklarıyız.  Gençlik dönemindeyim, ve ülkeme hayırlı bir birey olmak için çalışıyorum. Olaylara ilk gününde destek verdim; çünkü Atmaca ağaçlarda yaşar, eğer ağaçlarını keserseniz onu öldürürsünüz.

Gezi Parkı olayı şimdilerde, güzel bir amacın istenen sonuçla sonuçlanması olacakken; polis çatışması olarak anılıyor. Parkın olduğu yer cidden güzel, tam bir karnaval havası var. İnsanlar çimlere oturmuş, sohbet ediyor, eğleniyor, artık o kısım pek gösterilmiyor, önemsenmiyor. Çünkü oradan malzeme çıkmaz bazılarına!

Dipnot olarak; ahlak, insanın güzel huyudur. Her insan güzel bir ahlak ve imanla doğar. Bu olaylarda iki türlü ahlak çeşidini. görebiliriz.

1-Meslek Ahlakı,
2- İnsan Olma Ahlakı.

Meslek ahlakı, mesleğini seven ve onu her zaman güzel bir şekilde icra etmek isteyen kişiler için önemlidir. Fakat olaylarda üzücü olaylar, yaşandı; yaşanmaya da devam ediyor. Bunlar, Polis tanımını zedeleyen unsurlar. Bunlar elbet bu kutsal meslekten sıyrılacaktır. En azından temennim ve duam o yönde.

İnsan olmak ahlakı ise, insanım diyen herkeste bulunması gereken; herkeste olması gereklidir. Fakat provakatör dediğimiz, insanlar bunu çiğneyip, diğer insanların haklarına gasp etmektedir. Amaçları, ortamı bulmuşken bir takım karışıklıklar yaratmak ve suçu da bu saf olaya yığmaktır. ( Ortam her şey müsait )

Eğer buraya kadar okuma zahmetinde bulunduysanız cidden teşekkür ederim. O haklı ya da bu haklı diyemem, hepsinde biraz daha haklılık payı var. Yalnız, eylemin ilk gününe destek verebilirim, gazımı yiyerek verdim de. Çünkü ilk gün amaç belliydi, şimdi ise gördüğüm saptırılmış bir konu var. Biliyorum ki, herkesin içinde biraz insanlık duygusu var ve bu yazıyı yazma amacım lütfen sağduyulu olmanız. Herkese bunu iletin, zor bir zamandan geçiyoruz, Avrupa'lı devletlerin geçmişteki gibi şimdide emellerini biliyoruz. Bu gün küçük görülen bu sonuç onların kışkırtmaları ile kötü sonuçlar doğurabilir. Herhangi bir iç gerilim ülkeyi 50 ya da 100 sene geriye götürebilir. Bu demektir ki; bugünün insanları dahil olmak üzere çocuklarımızın geleceğininde çöpe atılması. Bu yüzden eylemimiz de usulüne uygun hareket edelim. Adı "Gezi Parkı" olan bu eylem, o sınırlarda kalsın, başka anlamlar yüklemeyelim. Diğer şeyleri ise yasa ve demokrasi zemininde yeri geldiğinde çözebiliriz. Eğer Ruhsuz Atmaca'ya değer veriyor ve biraz haklı olduğumu düşünüyorsanız lütfen sağduyuyu elden bırakmayalım ve bir şeyi yaparken zararlarını, yararlarını düşünelim. Fevrilik geleceğimizi öldürür. Lütfen!!!!

Teşekkür: "Konu ve Konuk Olduğum Bloglar..."-12

$
0
0
Blog dünyasına girdiğimden beri belkide ilk ve tek diyebileceğim bilgi kaynağım olan "BlogHocam" a beşinci  kez konuk oldum. Daha öncede sosyal medya, blog hayatı üzerine, sosyal medya üzerine dört makale yazmıştım. Blog Hocam'daki bu yazımı keyif alarak okuyacağınızı düşünüyorum. İnşallah BlogHocam'ın okurlarına layık bir yazı olmuştur. Kendisine bana blogunda yer açtığı için teşekkürü borç bilirim...

Yazıya aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:

Yazı= Blogger Sosyalleşmesi : http://bloghocam.blogspot.com/2013/06/blogger-sosyallesmesi.html




Blog Hocam - Daha İyi Bloglar İçin
Viewing all 431 articles
Browse latest View live